21 Mayıs 1864, bir avuç toprağı dahi bulamadan kendilerine Karadeniz' in engin sularını mezarlık edinen bir halkın dramıdır.

Adigelerde Evlilik

Adigelerde Evlilik

Çerkesler başka milletlerden kız almaya ve başka milletlere kız vermeye fazla sıcak bakmazlar.
Çerkeslerin evlenme geleneklerinde "Yeplıxi kaşe, depleyi yet" yani "Aşağı bak al, yukarı bak ver" kaidesi esastır. Bu erkeğin kadın sayesinde değil, kadının erkek sayesinde refah görmesi anlamına gelir. Erkeğin mevki ve servetçe daha altta olan kızları eş seçmesini öngören bu kaide, Çerkeslerin kızlarına paye verme konusunda ne kadar hassas olduklarının göstergesi sayılır.


Evlenmenin yaşı

Çerkesler erken yaşlarda kız ve erkek çocuklarını evlendirmezler. Kızların biraz yaşlıca olmasını kusur değil, olgunluk göstergesi olarak kabul ederler. Çoğunlukla evlilik yaşı 25-30 arasıdır.
Çerkes kız ve delikanlıları eş seçimi hususunda gayet tabi ve pratik bir yol takip ederler.
Sevmek ve beğenmek gençlerin hakkı, vase (başlık) alıp vermek de ihtiyarların hak ve vazifesidir.

Eş seçme hakkı

Çerkes kız ve delikanlıları serbest hareket ettikleri için eş seçiminde fazla zorluk çekmezler.
Her kız civar yerleşim yerlerindeki bütün delikanlıları tanır. Sürekli olarak düğün, cemiyet, toplantılarda delikanlıları görme ve konuşma fırsatı bulabilirler. Bu toplantılarda birbirlerini beğenen gençler daha fazla konuşmaya çalışırlar ve evlenme niyetlerini açığa vururlar.


Gençler nelere dikkat ederler?

Delikanlılar özellikle kızların fiziki yapılarına dikkat ederler. Çelimsiz yada fazla kilolu kişileri beğenmezler. Çerkes kızları dik durmaya ve yürümeye dikkat ederler, kamburlarını çıkarmayı büyük kusur olarak kabul ederler. Bellerinin ince kalması vücutlarının dik durması için "şuktan" denilen özel korseler kullanırlar. Ne kadar asil ve zengin aileye mensup olursa olsun çelimsiz ve kabiliyetsiz bir kızı delikanlılar kabul etmezler. Kızın güzel elbise dikmek, ince ve zarif sırma işlemeleri yapmak hususundaki şöhreti delikanlıların rağbet göstermesine neden olur.
Kızlar da kendisine eş olacak delikanlıda seçkin vasıflar ararlar. Asalet ve servet gibi hususlar kıymet ifade etmekle beraber bir kız için erkek seçiminde bunlar yeterli değildir. Önce ahlâki üstünlüğe dikkat eden kızlar, ciddiyet, istikamet, cesaret sahibi olmayan genci beğenmezler.
Kız evlenmeyi kabul ettiği delikanlıya parmağındaki yüzüğü çıkararak kabul nişanesi olmak üzere verir. Delikanlı da bu yadigarı itina ile muhafaza eder. Çerkes delikanlıları karşılık olarak kıza yüzük vermezler. Evlenme teklifinin kabul görmesi üzerine serbest görüşen, gülüp latifeler yapan kızla delikanlı arasında diğer milletlerde görülenin aksine derhal resmiyet başlar.


Çerkesler kızları için eskiden gayet yüksek vâse yani (başlık) alırlardı.
Eski Çerkeslerde vâse almaktan amaç kızlarına hürmet edildiğini ve değer verildiğini görmektir. Çünkü baba aldığı başlık değerinde bir hediyeyi ilk ziyaretinde kızına verirdi.
Çerkes kızları kendileri için asaletinden aşağı başlık verilmesini affedilmez bir hakaret telâkki ederlerdi. Gelini fazla üzmemek için damat tarafı da fedakârlık yapardı. Para, at, öküz, silah gibi şeyler başlık olarak verilirdi.
Başlık veremeyecek derecede fakir olanlara, soyunun servet sahipleri yardım etmek zorundaydı. Bu ihmal edilmeyecek bir ananedir. Delikanlının adet gereğince hakkı olan bu yardımı istemesi ayıp sayılmazdı. Bundan ötürü Çerkeslerde fakirlik evlenmeğe mani değildi.

Kız isteme

Kız erkeğin evlenme teklifine evet dediği andan itibaren gelini almak ve götürme merasimi başlar. Bu merasim iki şekilde oluyor. Birisi resmi şekilde kızı babasından istemek, vaseyi evvelce vererek her zamanki merasim ile gelini gündüz eve götürmektir. Bu usul daha ziyade uygun ve kibarlık telâkki edilir.
Kız babasından istenecek ise delikanlının amca, dayı gibi en yakın akrabasından biriyle bir Thamate (ihtiyar) biri elçi olarak gönderilir.
Fakat kız başka köyde ise babasının evinden başka bir eve misafir olmak ve kızı istemek hürmet icabıdır. Delikanlının babası asla bizzat kendisi istemez. Annenin kız beğenmeye gitmesi ise adet değildir. Ebeveyn için görmeden gelin sahibi olmak Çerkes1ere mahsustur. Fakat yüzünü görmediği bir kızı hayat arkadaşı olmak üzere bir gencin odasına sokmak gibi bir adet Çerkeslerde yoktur.
Gönderilen heyet müracaat edince baba kızla teklifsiz olan kadınlar vasıtasıyla fikrini sordurur ve aile efradının reylerine başvurur. Kızlar her vakit nezaketen işi babasının reyine bırakırlar. Ancak arkadaşlarından fikir ve arzusu öğrenilir. Kızın arzu ettiği delikanlı sınıf ve mevki itibarıyla kendisine uygun olduğu takdirde baba genellikle reddetmez. Bu suretle babanın muvafakatı alınınca ağırlık miktarının tayini için zaman kararlaştırılır.
Artık o günden itibaren kız babasından utanıp görünmemeğe başlar.

Gelin çıkarma

Gelini getirmek üzere teşkil edilen alaya delikanlı bütün akranını davet eder. Alaya kendisi dahil olamaz ise de genç kardeşleri, genç dayı ve amcaları alaya iştirak ederler. Gelini getirecek
araba ile delikanlının hemşiresi yahut akrabasından bir iki kız ve kadın ile hizmetçi kız gider.
Kız yakın köyden getirilecek ise alay sabah gidip akşama döner. Gelin ekseriyetle cuma, bazen de perşembe veya pazartesi akşamları eve getirilir.
Alayın şerefine o gece tertip olunan danslara gelini almağa gelen kızın bilhassa çok oynaması şart gibidir.
Gelin alayının hareket zamanı gelince bütün heyet gelinin çıkacağı kapı önünde at üstünde hazır bulunur. Delikanlının küçük kardeşi, yahut yakın akrabasından bir genç odaya girer. O dakikadan itibaren yeni gireceği aile ve kabileye karşı bir prenses tavrını almış olan gelinin koltuğuna girerek oturduğu yerden kaldırır. Gençlere mahsus bu merasime ihtiyarların karışmaması alışılan ve olgunluk sayıldığından gelinin yanında annesi ve babası değil yaşlı akrabası bile bulunmaz.
Gelinin geçeceği yol üzerinde zengin ve asil aileler kıymetli kumaş sererler. Ağır ağır gelini koltuğunda odanın kapısına doğru getiren genç devamlı surette etrafa para serper. Çerkeslerde güveyin koltuğa girmemesi, orada hazır bulunacak olan yaşlılara saygı gösterme fikrinden ileri gelir.

Llepe mafe vez si daxe

Gelin kapıdan çıkarken gelinle münasebeti olan ihtiyar bir kadın "Llepe mafe vez si daxe" yani "mesut adım atasın güzelim" der. Bu hitap üzerine sâadet yuvası olan baba evini terketmekte olan gelin, eski güzel hatıralarının düşüncesiyle hissettiği üzüntüyü tutamâz, gözyaşı dökerse de hissettirmemeğe çalışır. Gelin giderken anne ve babasının elini öpmez. Çünkü kendisini naz ve nimet içinde büyüten şefkatli ailesini başkası için terk edip gitmeyi hürmetsizlik ve ayıp saydığından o sırada onların yanına çıkmaktan utanır.
Başında duvak olduğu halde gelin kapıdan çıkarken hazır bulunanlar hürmeten silah atarak kendisini selâmlar. Gelin evden çıktıktan sonra alay silah atmağa devam eder ve şenlik içinde yola düşer. Gelin götürmeye mahsus milli marşlar hep bir ağızdan söylenir. Silah atışları ve at oyunları yol boyunca devam eder.
İşte böyle neşeli bir alayla gelin "Leghune" adı verilen gelin odasının kapısına getirilir. Bütün köy içinde sevinç nişanesi olarak derhal kurban kesilir. Gelini kapıda kız ve genç kadınlar beklerken bir taraftan da silahlar atılır.
Gelin odaya götürülür ve gelinin bugün için hazırlamış olduğu sırma işlemeli silahlık gibi şeyler alaya iştirak edenlere hediye edilir. Bütün heyet ve köy ahalisi tertip edilen ziyafette bulunarak yemek yerler.

Gelinlik yerine kurak ve şuktan

Çerkeslerde özel olarak gelinlik elbisesi yapmak adet değildir. Bu nedenle gelin kızlık elbisesi ile gelir. Bir çerkes kız için başındaki sırma taç, sırma şeritlerle donatılmış güzel kuraktan daha güzel bir şey yoktu. Zifaf gecesine kâdar bu elbiseyi giyer ve tam olarak temiz bir şekilde geldiğini gösterir. Çerkes kızlarının beli ince, vücudu dik tutmak için kullandıkları "şuktan" da taşınır. Şuktansız yani korsasız gelin olmak kız için ayıp sayılır ve onu çıkarmak güveyin hakkıdır.
Çerkeslerde yüz görümlüğü vesaire yoktur. Ancak gelin gelir gelmez kayın pederi servet derecesine göre at, damızlık hayvan hediye eder. Bununla beraber ne kayınpeder, ne de kayınvalide gelini göremez. Ertesi sabah gelin artık kızlara mahsus elbiselerini çıkarır ve kadın elbisesi giyer. Çıkardığı elbiseleri kocasının akrabasından olan kız ve kadınlara hediye ederek gençlik hayatına vedasını yapar.

Gelinin yeni evindeki konumu

Gelin bir esir, bir hizmetçi değil, tam bir şahsiyet ve istiklâl sahibi olarak geldiğini göstermek için gelin odasında bir prenses gibi oturur, ne dışarı çıkar, ne diker, ne de başka bir işe el sürer. Bilakis kendisine hizmet edilir. Sofrası ayağına gelir, yalnız kendisini görmeye gelenlerin ziyaretini kabul eder. Kocasının akrabası olan kadınlar gelini görmeye gelince etrafına un, yumurta, yağ ve şekerden yapılan hamur tatlısı Meterizz serperler. Onu kapışacak çocuklarda orada eksik olmaz. İlk zamanlarda gelin kocasının akrabasından olan yaşlı kadınların yanında oturmaz. Yemek yemez, hattâ konuşmaz. Ancak kendisine akran olanlarla sohbet eder. Yanına kocasının
akrabasından olanlar çocuk da olsa girdikçe hürmeten ayağa kalkar.
Gelin kayınpeder, kayınvalide, büyük kayınbirader, kocasının amcalarının ismini söyleyemez.
Kayınpeder ve kayınvalidesinin ismi söylendikçe hürmeten ayağa kalkar. Kayın pederine prens anlamında "Pşi" kayınvalidesine "Guaşe" yani prenses, kayınbiraderlerine "Pşiko-Prenszade", kızlarına "Pşibhb" der. Gelin kocasının ismini söyleyemez. Münasip ve hoş bir tabir kullanır, meselâ "Ceylân" der. Yahut aile ismiyle hitap eder.

Kız kaçırma

Ebeveynin kızını vermek istememesi üzerine çiftler, gece kaçmaya karar verirler. Bu halde delikanlı arkadaşlarını alarak gizlice kızın evine giderler. Muayyen saatte kız dışarı çıkınca ata bindirirler ve köyden uzaklaşırlar. Gelin götürmeye mahsus şarkı ve marşları söyleyerek, silah atarak delikanlının köyüne gelirler. Uyanan köy ahalisi de her taraftan silah atarak bu yeni misafiri selamlar. Kız delikanlının yakın akrabalarından biri tarafından at üzerinde götürülür. Güvey bizzat götürmez.

Adigelerde Misafir

Adigelerde Misafir

"Şöhret için keskin kılıç ve kırk sofra gerekir" der Çerkesler. Çerkes camiasında kabul görmenin bir yoludur misafirperverlik. Hizmette kusur asla affedilmez. Kafkasya'da her evin mutlaka bir misafir odası vardır ve sürekli olarak hizmete hazırdır.
Misafirperverlik bir kültürel yapının uzantısıdır. Çerkesler kendi aralarında geliştirdikleri saygı mefhumunu misafirlikte de aynen uygularlar. Mesela bir atlı, misafir olacağı eve hangi mesafede bineğinden ineceğini iyi bilir. Evin ta kapısına kadar atından inmeden gelenler sadece yaşlı, soylu ve thamadelerdir.
Diğerleri ev sahibi sayılırlar ve 30-40 metre uzakta attan inerler. Attan süratle inen kişi vücudunu dik tutar. Atın sol tarafından inmek ise kibarlığın diğer bir gereğidir. İnerken sol el ile yalnız başı tutulur. Hayvanın yelesini tutmak ayıp sayılır. Misafir attan ineceği zaman etraftaki gençler derhal atı tutarak yardımcı olurlar. Misafirlik adabı sadece kişilerle sınırlı değildir. Mesela misafirin atı, gezdirilerek teri kurutulmadan kesinlikle bağlanmaz. Misafir atın bakımını tamamen ev sahibine bırakır.

Misafire kimlik sorulmaz

Misafir kendini karşılayanları selamlar. Selamlaştıktan sonra misafir odasına alınır. Derhal misafirin üzerindeki yamçı, kamçı, silah, kılıç gibi ağırlıklar sırasıyla alınarak asılır.
Sonra misafire oturması teklif edilir. Ev sahibi muhterem veya ihtiyar biriyse misafir hemen oturmaz. Misafir bu sefer ev sahibine oturması için teklifte bulunur. Bu teklifler karşılıklı olarak devam eder ve nihayet misafir oturur, orada bulunanlar ise bir müddet ayakta durmayı tercih ederler.
Bu arada evvela ev sahibi hal hatır sorar. Varsa maiyetindeki yaverden (pşerıh) misafirin hüviyeti, gideceği yer ve seyahat maksadı öğrenilir. Ev sahibi sadece "Nereden geldiğinizi öğrenebilir miyim?" diye soru sorabilir. Misafir de gereken cevabı verir.

Misafirle konuşma adabı

Ev sahibinden başka kimse misafire kimliğini soramaz. Misafir muhterem bir zat ise, ev sahibi ile diğer hane fertleri kendiliklerinden geçip oturamazlar. Odada oturmalar teklif üzerine olur ve özellikle misafirin oturduğu uzun sedirin üzerine kimse oturmaz. Ayrıca küçüklere oturmak teklif edilmez ve onlar ayakta odanın gerisinde dururlar.
Hayli kalabalık olan Çerkes misafir odasında sanki hükümdar ağırlanıyormuş gibi bir hava hakimdir. Birisi konuşurken diğerleri yalnız dinler, kendisine söz düşmeyen konuşmaya karışmaz. Konuşmalar ağır başlı olduğu gibi laubali olunmaz ve kahkaha ile asla gülünmez.
Bağırarak söz söylemek nezakete aykırıdır.
Misafirin hal ve hatırını sorduktan sonra odadan çıkmak isteyenler, "rahat olunuz" diyerek gerekirse sırtını oturan misafire dönmeden arka arkaya yürür.
Misafir de, çıkan kişinin mevkiine göre saygı ifadesi olarak ya tamamen ayağa kalkar, yahut yarım bir kalkma yapar.
Misafir odaya gelen muhterem kişileri karşılamak için ayağı kalkar, odadaki diğer kişiler de ona uyarlar. O oturmadan kimse yerine oturmaz. Misafir bir ihtiyar ise, yahut asil olup pek genç değilse sedirin ocağa yakın baş köşesine oturur.
Misafir gelir gelmez yastığın üstüne değil kenarına oturur. Üstüne oturmak
kabalık sayılır. Ancak pek ihtiyarlar, üzerine oturabilirler.
Ayak uzatmak, ayak ayak üstüne atmak hakaret sayılırken bağdaş kurmakta ayıptır.
Otururken sırt ve belin dik kalmasına dikkat edilir. "Deve oturuşu" diye tabir edilen dizin birini kırıp karna çekmek suretiyle yapılan oturuş ayıp sayılır.
Misafirin eliyle bıyığını ve sakalını karıştırıp oynaması hoş karşılanmaz.
Çerkeslerde kahve yoktur. Onun yerine çay verilir.
Çayı olmayanlar yemekten evvel bir şey getirmezler. Sabah, öğle, aksam olmak üzere üç defa yemek verdikleri için misafir yemek zamanını bekler, fakat yemek vaktinden evvel ayrılacaksa ona göre düzenleme yapılır. Çocuklar büyüklerle birlikte yemeğe oturmazlar.

Veda adabı

Yatma vakti gelince yatak hazırlanır. Ev sahibi muhterem bir zat ise "çhash maf" yani "hayırlı geceler" diyerek odadan çıkılır. Elbiseler güzelce derlenip bir tarafa bırakılır. Odaya leğen, ibrik ve çıra bırakılır. Misafir hareket edeceği zaman atlar hazırlanır. Yaver içeri girerek haber verir. Silahlarını takındıktan sonra dışarı çıkan misafir, ata binmeden önce ev sahibine hürmetle veda eder. Sarılma esnasında biribirini öpme adeti yoktur. Ancak kucaklaşmadan sonra el sıkarlar.
Bazen de veda esnasında yalnız el sıkılır. Misafir giderken ev sahibine teşekkür etmez. Çünkü vazifesini yapmıştır. Ancak "Hoş kalınız" der. Gelirken olduğu gibi giderken de misafir ata bineceği yerin mesafesini kendisi takdir eder.

Misafir ata sol taraftan biner, binme esnasında sol eli ile hem dizgini tutar. Atın yelesini tutup binmek ayıptır. Ata binerken vücudu atın başına doğru fazla eğmemek gerekir.
Misafir ata bindikten sonra "Şötxej" yani "mesut olunuz" diyerek vedasını bitirir.
Misafir bir az uzaklaşmadan atına kamçı vurmaz. Yüz metre ilerleyince bir defa kamçıyı ata vurarak şakırdatır. Çerkeslerde misafirlik müddeti misafirin arzusuna bağlıdır. Bazen 5-6 ay, hatta bir seneye varır. Fakat ne kadar uzarsa uzasın hürmet eksilmez. Bilakis dostlarının çoğalması nedeniyle misafir odasının ziyaretçileri artar, düğün yerine dönüşür.

Adigelerde Aile

Adigelerde Aile

Disiplin ve terbiye yuvası

Çerkeşlerde aile fikri çok eskilere dayanır ve oldukça gelişmiş bir yapı özelliği arzeder. Bu nedenle de toplum hayatında önemli bir yeri vardır.
Aileyi yıkmak isteyen sosyalizm gibi düşünce akımları Çerkesler arasında fazla rağbet görmemiş, eskiden beri aileye saygı ve sevgi muhafaza ve devam ettirilmiştir. Eskiden Simye(Araplarda beşinci göbekten sonra gelen aile fertleri) arasında evlenmeyi yasaklayan bazı milletlerde başka kabile ve soylardan alınan kızlardan doğan çocuklar anneye, annenin mensup olduğu kabileye ve soya ait olduğundan bu gibi ailelerde babanın çocuk üzerinde hiçbir surette hakkı olmazdı.
Başka ailelerden, soylardan evlenmek mecburiyeti Çerkeslerin güzel düşünüşlerinin bir örneğidir.
Kendi soyundan kız almayı Çerkesler menetmişlerse de hiçbir vakit maderşahilik gibi gayrı tabii bir aile usulünü kabul etmemişlerdir. Fakat eski Romalılarda olduğu gibi aile reisi olan babanın hakimiyeti hiçbir vakit sınırsız olmamıştır ve aile efradına esaret hayatı yaşatan zulüm derecesine vardırılmamıştır. Ailenin birliğini sağlayan babanın mevkiine riayet ve saygı gösterilir ancak şahsi hürriyet ve istiklâle hürmet edildiğinden aile fertleri birbirinden ayrılabilir, mal ve mülk sahibi olabilir.
Bundan ötürü şahsi hürriyet ve istiklâli bozan aşırı bir disipline dayalı büyük ve kalabalık ailelerin teşekkülü de zaruret haline gelmezdi. Ancak fertlerin ayrılması aile arasındaki manevi birliği ve bağlılığı asla bozmazdı. Ayrılan kardeşler ve evlâtlar arasındaki bağlılık daha fazla samimiyetle devam ederdi. Çerkes aile hayatı fertler açısından gerçek bir mektep özelliği taşıyordu.
Çerkes aile hayatı, sevilen kimselerin elemlerinden acı duymayı, kendisini büyüten ailesinin fedakârlığını takdir etmeği, onların isteklerine saygı gostermeyi, kardeşlerin kendisiyle bir saymasını, sonra da kendi çocuklarını güzel idare etmesi, mağrur olmaksızın kendisine hürmet ettirmeyi, meşru büyüklerine itaatli olmayı, zaaf göstermeden adil olmayı, şiddet göstermeden kumanda etmeyi öğretirdi.

Aile hayatı

Çerkes aile hayatının şekli, diğer milletlere biraz garip gelelebilir. Çerkes aile hayatının esası resmiyettir. Çerkesler, gerek evlerinde gerek dışarda laubalilik, teklifsizlik ve nezaketsizliği büyüğe karşı saygısızlık addederler.
Nezaketsizlik ve saygısızlığa tölerans gösterileceğine kimse inanmaz.
Fakat saygı ve nezakete dayalı bu resmiyet ailede ne soğuk bir hayat ne de bir esaret meydana getirir. Yabancılar bu insani ve kibar hayatın inceliklerini takdir edemedikleri için zor ve gayri tabi olarak yorumlayabilirler ancak bu hayat tarzı Çerkesleri asla sıkmaz.
Bilakis aileler laubaliliğin meydana getirdiği olumsuz etkenlerden bu şekilde uzak tutulmuş olur.
Çocuklar aile içinde büyük bir intizam, saygı ve bağlılık içinde doğup büyürler. Bu nednele de aile hayatı bir fazilet mektebi sayılır.

Baba

Aile reisi olan baba, aile efradına karşı vakur, şefkatli bir amir ve terbiyeci gibi özelliklerini daima muhafaza eder. Bütün aile efradı da kendisine karşı hürmetkâr ve tam bir bağlılık gösterir. Onun her emri itirazsız yapılır. Kocanın karısı karşısındaki konumu da eşitliğe saygı ilkesi çerçevesindedir.
Çünkü kadın ile erkek arasındaki eşitlik birbirine benzememek şeklinde bir eşitliktir. Yoksa karı ile kocanın faaliyetlerinin çeşitli almasını men etmeye kimse muktedir değildir.
Daima kendi hakkını savunmak şeklindeki aşırı merak kadar teessüfe değer haller ailede görülmediğinden karı koca arasındaki gerçek eşitliğin sevişerek, birbirine saygı duyarak, sevinç ve kederlerini, ümitlerini müşterek bir hale getirmek olduğunu, yoksa herkesin kendi dünyasında serbest yaşamak olmadığını pek iyi bilirler.
Çerkeslerde çok kadınla evlenme adeti yoktur. Çerkeslerle kadına ziyadesiyle saygı duyulur. Hattâ evlendikten sonra da kadın soyadını muhafaza eder. Koca zevcesini adıyle çağırmaz. Kendi soyunun ismiyle çağırır. Çünkü kadına soyunun ismiyle hitap etmek Çerkeslerce saygı belirtisidir. Asıl adıyle çağırmak daha çok teklifsizlik sayıldığından kadının akrabasından olmayanlar da soyadıyla hitap ederler. Evlenen kadınlar soyadı istiklaliyetlerini muhafaza ederler.
Babanın huzurunda karısı ile kızından başka aile efradından kimse oturamaz. Diğerleri saygı ile ayakta beklerler. Karısı bile çocuk sahibi oluncaya kadar oturamaz. Ailenin hiçbir ferdi baba ile yemek yiyemez.
Baba küçük çoçuklarını öpüp okşamaz, kucağına almaz. Sevginin sözle değil, kalple olduğunu bildiği için Çerkes aile efradına karşı olan sevgisini yılışık bir surette açığa vurmayı kibarlığa aykırı görür.
Fakat narin vücudu, ince kalbi hasebiyle daha çok şefkat, sevgi ve himayeye ihtiyacı olduğundan kız çocuklarına anlayış gösterir.
Erkek çocuklanna karşı muamelesi ise bir öğretmenin öğrencilerine karşı yaptığı muameledir. Onunla yüz göz olmaz, senli benli olmaya asla meydan vermez. Bütün , çocuklarına isimleriyle seslenir. Yavrum, ciğerim, canım gibi deyimler kullanmaz. Babanın eli erkek çocuk üzerinde titremez. Bilakis onu, istiklal ve şahsiyet sahibi etmek için serbest büyütür.

Anne

Çerkes ailelerinde anne, pek değerli ve şerefli bir mevkidedir, ikinci aile reisidir. Bilhassa evin iç işlerindeki hak ve istiklâline saygı ve riayet olunur.
Aile reisi olan babanın buna karışmasını saygısızlık, kadına tahakkümü mertliğe aykırı telâkki ederler. Kadının bu hakkına ima olarak "TIBISIM" yani "ev sahibemiz, mihmandarımız" diye hitap ederler. Böylece kadını asıl ev sahibi ve kendisini onun misafiri sayarak ev işlerinde kadının riyasetine hürmet gösterdiğini belirtir.
Kocasının son derece saygısına mazhar olan anneye, gelinleri "GUAŞE" yani prenses diye hitap ederek saygı duyarlar. Anne ile çocuklar arasındaki ilişkiler baba ile çocuklarınkinden oldukça farklıdır. Anneler şefkat kucağını açar ve çocukları sevgiye boğarlar.
Kadın kocasına aslâ adı ile hitap etmez.
Anne çocuklarını isimleriyle çağırır. Bazen de şefkatine ve teklifsizliğine delâlet eden takma isimler kullanır.
Ev işlerinde tam yetki sahibi olan kadının sorumluluğu çok geniştir. Kocasının bulunmadığı bir zamanda gelen misafirleri kabul ve ağırlamak, misafirin sınıf ve mevkine göre hürmeten kuzu, koç hatta öküz kesmek, kocasının misafire adet üzere vermesı gereken hediyeyi vermek kadının yetkisi dahilindedir.

Çocukların eğitim

Çerkesler hamile kadının şağlığına çok dikkat ederler. Çocuk dünyaya gelince bütün akraba ve komşular tebrik için gelirler. Hediye olarak Haluj, börek, koç ve kuzu gibi şeyler getirirler. Çocuğun ninesi de kız evlâda sırma işlemeli beşik takımı ve güzel elbise gönderir.
Beşik göndermek uğursuzluk olarak kabul edilir. Çocuğun doğuşu şerefine ekseriyetle kurban kesilir. Kamşulara zifayet verilir.
Çocuk beşikleri ağaçtan yapılmış olup belli şekildedir. Sırma işlemeli süslü örtülerden başka asıl beşiğin süsü yoktur.
Çocuğu sabah akşam yaz ise soğuk, kış ise az ılık su ile iki defa banyo yaptırırlar. Bazıları yaz ve kış soğuk su ile yıkanır. Kadınların bazısı da çocukları sabah, öğle, gece yatırılırken olmak üzere üç defa banyo ederler. Soğuk su ile banyo edilen çoculkarın daha sağlam ve çevik olacağına inanılır.
Sabah, öğle, ikindi ve yatarken çocuğu dört defa muntazaman kaldırırlar ve süt verirler.
Çocuğa annesi süt verir. Kâfi gelmedigi takdirde komşu kadınlar arasında ufak çocuklu varsa ondan istifade ederler. Yoksa eksiklik keçi, inek sütü ile tamamlanır. Diş çıkarıncaya kadar çocuğa başka yemek vermezler, yalnız sütle beslerler. Diş çıktıktan sonra ŞEKURİP adı verilen sütten ve baldan pişirilmiş bir çeşit muhallebiden azar azar vermeye başlarlar. Çocuğa babası ya da annesi ad takmaz. Dedesi, ninesi yahut yakın akrabadan bazan de dostlarından biri ad takar.
Anne çocuğun yaşına göre Ahlâki terbiyesine dikkat eder ve karakterinin teşekkülüne yön verir. Çocuğa karşı ciddiyet gösterirse de ruhunu öldürecek şiddet ve onu alçaltacak halleri reva görmez. "FEMİF" yani beceriksiz, "KARABĞ" yani korkak kelimeleri çocuğun terbiyesi için kullandığı yegâne değnektir. Bu kelimeler çocuğa vazifeperverlik, mertlik, cesaret hissini aşılar. Aile hayatındaki resmiyet ve misafir odası (Haceş) çocuğa sosyal terbiyeyi verecek mekteptir. Çerkesler çocuklara kalın pamuklu şeyler giydirmezler. Vücudu sıcak ve soğuğa dayanıklı olması içiz elbisenin hafif fakat zarif olmasına dikkat ederler. Çocuk elbiseleri erkek ve kadın elbiselerinin küçültülmüş şeklidir. Ancak pek ufak çocuklara kalpak giydirmezler.
Çerkeslerde kız ve erkek çocukları bir arada ders görür.

Adige Atasözleri

Adige Atasözleri

Eski Adige atasözleri tümüyle yaşamın içerisinden süzülerek gelmiş olan ve halkımızın dünyayı görüş biçimini,algılayış biçimini yansıtan önemli ipuçlarındandır. Hemen hemen her konuda söylenmiş atasözlerimiz mevcuttur. Toplumların yüzyıllar boyu dünyayı bakış algılayış ve düşünce biçimlerinin hayat içerisinde yoğrularak gelmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmış kanaatlerdir atasözleri. Bu nedenle çok eski zamanlardan günümüze hayatın içerisinde sınanarak ortaya çıkmış olmanın kattığı bir derinlik ve güç barındırır bünyesinde. Atasözlerinin temelindeki bu derinlik ve sınanmışlık onları her insan için çabucak benimsenebilen yaşamda kullanılan doğrular haline getirmiştir.


Çeşitli konular hakkında Adige atasözleri :

Tarih,yurt,savaş :

İki ecel olmadığına göre,tek ölüme yiğitlik kat.

Fare bile kendi yuvasında yiğittir.

Düşmana canını versen de sırrını verme.

Orduda yabancı yoktur.

Savaşın ve davanın oyunu olmaz.

Baba toprağını güzelleştir,annenle güzel konuş.

İyi savaş ve iyi dava yoktur.

Savaşta ödünç kama verilmez.

Yaban elde yaşmaktansa yurdunda ölmek yeğdir.

El yurdunda edindiğin bir hafta,emanet gelenek üç gün gider.

Vatanı olmayana her yer soğuk gelir.

Yiğide silah itaatkardır.

Silah çekip gelenden değil,gizli yaklaşandan kork.

Silaha çok davrananın kanı çabuk akar.

Bir korkak tüm orduyu yokeder.

Gerekmedikçe kılıç çıkartma,çıkarttığında gereğini yapmadan kınına koyma.

Yurdun güçlüyse cesursun.

Doğum da ölüm de bir gündür.

Ahlaksızla birlikte yaşayacağına yiğitle ölüme git.

---------------------------------------------------------------------------------------------------

Gelenek,terbiye,insanlık:

Adige'nin misafiri emniyettedir.

Adige'nin en garibi de misafirperverdir.

Aklı olan deliye bile danışır.

Kötülük yapmışsan iyilik bekleme.

Kötü eteğinden tutsa kes yoluna devam et.

Eski düşmanı akraba eski akrabayı düşman edinme.

Dağda korkak,evde kabadayı davranma.

Yakınını küçümseyen küçümsenecek duruma düşer.

İmkansızı ümit etmek kendini aldatmaktır.

Güzel söylemeyen seni aldatmaz.

Bir yalan yüz doğruyu paslandırır.

Erkek sözünden dönmez.

Erkek yaptığını anlatmaz.

Yiğitlik paylaşılmayan mirastır.

Elçi öldürülmez.

Yaşlı çağırılmaz,ardından gidilir.

Yaptığın iyiliği başa kakma.

Kendini methetme,iyiysen başkaları görür.

Misafirin genci olmaz. Kuyruğunun geçmeyeceği yere kafanı sokma.

Ölüye sitem edilmez.

----------------------------------------------------

Güler yüz, cemiyet te davranış,ikili ilişkiler.:

Akıllının düşmanı çoktur.

Aklı kısa olanın dili uzun olur.

Tekdir ile uslanmayan en kötü insandır.

sükunetin azığı akıldır.

Şakalaşmayı bilmeyen yumruk ile vururmuş

Çok gülmek deliliğe işarettir.

Kendi işini göremeyen el işine koşarmış

Farkedilmeyen kalkar ıslık çalarmış

Tertipsiz kadının ömrü pazarda geçermiş.

Samimiyetin azığı gerçektir.

İt otun üzerine yatmış;kendisi yemez,başkasına yedirmez.

Genç koşarken yaşlının dizleri ağrırmış.

Tembelin bahanesi çok olur.

Aracı çok olunca korkak arslan kesilirmiş.

-----------------------------------------------------------

Aile,akrabalık,arkadaşlık:

Anne göz,baba soy'dur.

Anne göz gibi hassas, baba ceviz gibi serttir.

Teyze anne yarısı,amca baba yarısıdır.

Komşu ayna gibidir.

İyi komşu iyi kardeş dengidir.

Kaynananın kuralları gelinin işidir.

Anneye bak,kızını al.

Kötü oğul babaya ayıp getirir.

Oğlu yalancı annenin sevinci eksik olmazmış.

Akrabanın damı görünüyorsa uğramadan geçme.

Gelinine gücenirsen kızını azarla.

Annen ve gözlerin zayıf anını kollamaz.

Arkadaş kötü günde yanında olandır.

Büyüğü olmayan evde feryat eksik olmaz.

Komşunu yerme,yeni akrabanı övme.

Gelmek misafirin,gitmek evsahibinin insiyatifindedir.

Tüm kardeşler bir anadan doğmaz.

Gülümseyen herkes dost değildir.

Sığırları zayıf,köpekleri besili ise o iyi ailedir.

Gönüle güzel gelen göze güzel görünür.

----------------------------------------------------------

Dünyaya bakış,algılayış :

Horoz ötmese de gün doğmaya devam eder.

Eceli olmayan yoktur.

Ecel koynunuzdadır.

Akıl mülktür.

Aklı olmayanın hiç bir şeyi yoktur.

Aklın anası düşüncedir.

Annenin iyiliği kızın elbisesidir.

Para kum,yaşam kuş gibidir.

Düşecek adamı bir çöp bile tökezletir.

Kötülük görmeyen iyiliğin değerini bilmez.

Mülk kırağı gibidir.

Zorlukla karşılaşmayan rahatın değerini bilmez.

Sıkıntısı olmayanın düşü güzel olur.

Yürekte olmayan ağızdan çıkmaz.

Kimse dünyaya doyarak ölmemiştir.

Yaşam sıra ile. Dil aklın elçisidir.

İyi geçmişi olmayanın iyi geleceği olmaz.

İplik iğnenin yolunu izler.

Korku olmayan yerde utanç olmaz.

Su yolunu bulur.

Haklıysan güçlüsün.

Düşeceğini bilsen altına keçe serersin.

Üç kez işiteceğine bir kez gör.

-----------------------------------------------------------------------

Çalışma ve sıkıntılar :

Akıl sahibinin işi üç gün,akılsızın günü üç gün sürer.

Arı sokmayan balın değerini bilmez.

Tembel çiftçinin öküzü sabanda bile yayılır.

Öküzünü sev,atınla kavga et.

Yazın istirahat günü kışın erzağıdır.

Yazın kağnı göölgesi bile ev sayılır.

Yazın saklamadığını kışın arama.

Yazın kızak yap,kışın araba.

Tavuk bile eşelenir.

Sığırın sütü dilinin ucundadır.

Gezenin ayakkabısı eskimez.

Ağzı çok laf edenin eli az iş görür.

İzleyen yapandan ustadır.

Kolay kazanılan kolay kaybedilir.

Bozmak ne kadar kolaysa yapmak o kadar zordur.

Aceminin işi eksilmez.

Erkeğin en biçaresi on işe yeter.

Dikiş bilmeyenin ipliği uzun olur.

Nasip sabah dağıtılır.

Usta marangoz ormanla akrabadır.

Kırağıya basmayan kişi kısmetini kaybetmiştir.

Emeğin geçmeyen şey haramdır.

Gençlikte hazırlamadığını yaşlılıkta arama.

Tembel yerinde dönene kadar ay dönüşünü tamamlar.

İnsanın fiyatı işidir.

Toprağa bir verirsen yüz alırsın.

Küçük iş yoktur,küçük erkek vardır.

İş söylemesi kolay fakat yapması zordur..

Adigelerde Selamlaşma

Adigelerde Selamlaşma


Selamlaşma geleneği insanlığın yaratılışından bu yana istisnasız tüm toplumlarda müşterek bir davranış biçimi olarak devam edegelir.

İlk çağlarda iki insan karşılaştığında silahlı olmadıklarını,silahlı olsalar bile birbirlerine karşı kullanmayacaklarını göstermek için ellerini uzatır tokalaşırlarmış

O dönemlerden başlayarak günümüze kadar ulaşan selamlaşma geleneği pek çok ortak özellikler taşımakla birlikte aynı zamanda her toplumun kültürünü,geçmişini,inançlarını ve dünyaya bakışını yansıtan,toplumlara has ipuçlarını da içerisinde barındırır.İnsanların görünüşleri gibi kalpleri ve düşünceleri de farklıdır" der bir Adige atasözü.

Bunu genelleyecek olursak milletlerin görünüşleri gibi düşünceleri kültürleri ve yaşayışları da farklıdır

Yine Adige ifade biçimi ile söyleyecek olursak : Dünya bir teker gibi döner,geceler günleri,günler ayları ve yılları,yıllar asırları kovalar gider.

Toplumlar da bu değişen zamana paralel olarak değişirler; yaşayış biçimleri,anlayış ve bakış açıları,kültürleri de bu değişimden payını alır şüphesiz.

Eğer bu süreç içerisinde bir toplumun bireyleri kendilerine ait olan değerleri terkeder,başka toplumların değerlerini,anlayış yaşayış ve davranış biçimlerini benimserlerse bireylerden başlayan bu kendine yabancılaşma,yavaş yavaş toplumun yokolup gitmesi ile sonuçlanır.

Yani o halk süreç içerisinde başka toplumların arasında eriyip yokolmağa mahkum olur.

Adige sözlü kültürü üzerine çok önemli çalışmaları olan Şorten Askerbiy Adige selamlaşma biçiminin sadece bir karşılaşma sözcüğünden ibaret olmadığını, temel olarak insanı yüceltmek ona değer vermek mantığı üzerine kurulmuş olduğunu,aynı zamanda yaşanan hayata,yapılan işe dair düşünceleri ve iyi dilekleri de içerdiğini belirtmektedir.

Bir başka özelliği ile varlıklı/fakir veya sosyal sınıf ayrımı yapılmaksızın tüm cemiyet bireylerine yönelik olan adige selamı, biçim ve köken olarak incelendiğinde erken dönemlerden bu güne yaşanan sosyal değişimleri de yansıtacak şekilde her döneme hitabeden bir biçim alarak devam edegeldiğini görürüz .

Her türlü olaya ve duruma uygun formları olan Adige selam biçimi geleneğimizde önemli bir yere sahip olması yanısıra aynı zamanda sözlü edebiyatımız açısından da incelenmesi gereken güzel bir kaynaktır, der Askerbiy.

İşte bu nedenle yaşlı genç kadın erkek ayırımı yapmaksızın her Adigenin bilmesi gereken temel değerlerimizdendir Adige selamlama biçimleri :

Bir kişi çalışan bir kişinin veya kişilerin yanına gittiğinde "uehu feh"u apş'iy" sözü ile selamlar

Selama muhatap kişi/veya grup ise gelen kişiyi "ui uehu fı yirikue" diyerek cevaplarlar

Ot veya ekin biçen birisinin yanına giden kişi "Şoşh apş'iy" sözü ile selam verir "ui uehu fı yirikue" sözü ile selamı alınır.

Tanışıp tanışmadıklarına bakılmaksızın bir kişi diğerinin yanına geldiğinde "feh"us apşiy" diyerek selam verir , diğer kişi "ue psou apş'iy" diyerek selamı alır.

Selamlaşmadan hemen sonra ise "uzepeş , uuzınşe" sözü ile hal hatır sorulur , buna cevap olarak "zepeş' uh"u , txam uiğauzınşe" cümlesidir.

Bir hasta ziyaretinde veya hastalık atlatmış bir kişiyi ziyarette " lhepe mahue k"ıuxajej" diyerek h"ueh"u selamı verilir.

Yoldan dönen kişi "oh"usıj" selamı ile karşılanır.gelen kişi ise "upsouj" sözü ile selamı alır.

Uzun süredir görüşmemiş kişiler karşılaştığında "ui l"ağuj fıue" -- "ueueri neh"ıfıjıue" sözleri ile selamlaşırlar.

Çok samimi veya yakın kişilerin karşılaşmasında ise doğrudan tokalaşılarak hatır sorulur.

Zamana yönelik bir kaç çeşit selam biçimi vardır.Sabah için"ui pşedcıj fıue" , gündüz "ui mahue fıue" , akşam "ui pşıxaşxa fıue".

Gece bir yerden ayrılırken "nehu lef fık"ik" sözü ile çıkılır,yolcu eden ise "ğuegu mahue,fıke tham unixasıj" sözü ile uğurlar.

Adigelerde hayata,ilişkilere ve zamana yönelik pek çok selamlaşma biçimi vardır.Biz burada onlardan sadece bir kaç örnek verdik. Bizim olanı,bize ait olanı kullanmamakla onun yok olması arasında bir fark yoktur.

Eğer anadilimizi konuşacaksak onu en temiz şekilde konuşmak ve kullanmakla yükümlüyüz.

Eskiler "ata mirası yedi nesil" derler. Bizler de çok eskilerden bize kadar ulaşan bu mirası korumak ve bir sonraki nesile aktarmakla yükümlü olduğumuzu bilmeli sözlü geleneğimize hakettiği değeri vererek günlük yaşamda kullanmaya gayret etmeliyiz.

NOT :Eski Adige selam formları Yerçen xamırze tarafından derlenerek kayıt altına alınmış,Şogen xazeşe tarafından da bir kitap haline getirilerek yayınlanmıştır.
Kuraşın Betal...Feh"us apş'iy isimli kitabından

Thamatelik

THAMATELİK


Çerkes toplumsal yapısında Thamate önemli bir yere sahiptir. Thamateler toplumsal düzenin doğal temsilcileridir. Thamate eğlenceyi, düğünü, toplantıyı, herhangi bir elçi grubunu temsil eden ve yöneten kişidir. İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya adlı kitabında Rus şairi Puşkin'in thamateler için "Davranış olarak demokrat kalben aristokrat" dediğini kaydediyor.

Thamate seçimi:
Thamateyi cemiyetteki fertler seçer. Thamatenin toplantıyı yönetebilecek kabiliyete ve bilgiye sahip olması, çerkes adetini çok iyi bilmesi gerekir. Thamate seçiminde yaş çok önemli olmakla beraber yöneticilik kabiliyeti yüksek, toplum içinde belli bir ağırlığı olan ya da savaşlarda kahramanlık göstererek öne çıkmış, doğal bir saygınlık kazanmış hatta asalet sahibi soylu gençler tercih edilebilir. Bütün toplantılarda cemiyetin thamatesi erkekler arasından seçilir. Bayanlardan thamate seçilmez. Fakat bayanların da kendi aralarında seçtikleri thamateleri olabilir. Bu kişi bayanların davranış ve hareketlerinden sorumludur. Ancak bütün toplantıyı organize eden sorumlu kişi erkek olmak durumundadır.

Yetki ve sorumlulukları:
Toplantıda olan ve olacak olan tüm hadiselerin sorumlusu ve hakimidir. Cemiyet içerisinde hiçbir şekilde düzensizlik ya da kargaşa çıkmasına müsaade etmez. Kurallara aykırı hareket eden kişileri uyarır.

Toplum ve thamatenin elçisi
Pşerah:
Thamate ile topluluk arasında iletişimi sağlayan pşerahlar vardır. Sayıları cemiyetin büyüklüğü ile orantılıdır. Pşerah denilen kişiler daha çok cemiyetteki meselelere hakim olan yetenekli küçük yaşta olanlar arasından seçilir. Eğer cemiyet az sayıda kişiden oluşuyorsa bu iş için bir kişi yeterlidir. Fakat cemiyetin sayısı kalabalıksa sayısı ikiye üçe çıkabilmektedir. Pşerahın görevi thamate tarafından alınan bütün kararları topluluğa, topluluğun isteklerini de thamateye bildirmektir. Yani bir nevi thamatenin yardımcısı konumundadır.

Derleyen: Fehim Taştekin(kafkas.org)

Adige Kültüründe Annenin Rolü ve Konumu

Adige Kültüründe Annenin Rolü ve Konumu


Adige ailelerinde anne pek değerli ve şerefli bir mevkii sahibidir. Ailenin ikinci reisi olarak kabul edilir. Özellikle evin iç işlerindeki hak ve özgürlüklerine saygı duyulur. Aile reisi olan babanın buna karışması saygısızlık ve mertliğe aykırı kabul edilir. Kadının bu hakkına saygı belirtisi olarak baba ona "ev sahibemiz" diye hitap eder. Bu şekilde ev sahibinin kadın, kendisinin ise bir misafir olduğunu, ev işlerinde kadının riyasetine saygı gösterdiğini belirtir. Doğu adetlerinin tersine Çerkeslerde kadının kocasının üst tarafında oturabilmesi de kadının aile düzeninde yerinin ne kadar üstün tutulduğunu gösterir. Kocasının bu derece saygı duyduğu anneye, gelinleri "guaşe" yani prenses diye hitap eder, saygı duyarlar.

Tabiyatın babadan çok anne ile evlat arasında bir ilişki doğurduğunu kabul eden anne, evlatlarına karşı baba gibi sıkı resmi bir tavır almayarak, onlara daha sıcak, daha şefkatli davranır. Bu nedenle çocukların anneye olan sevgisi her milletten daha fazladır. Anne ailenin en çok sayılan üyesidir.

Çerkes kadınları kocalarına karşı tam bir saygı, sevgi ve sadakat ile ünlüdürler. Onlar kadar evini erkeğe bir huzur ocağı yapmanın inceliklerini, eve yorgun dönen erkeğin maddi manevi yorunluklarını unutturmayı bilen kadın yoktur. Çerkes kadınlarının diğer milletler yanında kıymetli ve saygıdeğer olmalarının sebeplerinden biri de kocalarına karşı olan bu saygı, sevgi ve samimiyetleridir. Bu fazilet aileyi mutlu edecek etkenlerin en başında gelir. Çünkü onun bu yüksek fazileti karşısında en sert erkek bile yumuşar, onun içten bağlılığına karşı nankör olmaktan utanır.

Kadın kocasına asla adı ile hitap etmez. Kocası su içerken hürmeten ayağa kalkar. Kocası için ev hizmetlerini yapacak bir hizmetçi veya yetişkin bir kızı yok ise kendisi ihmalsiz yapar. Kocasından önce yatmaz, geceleri kocasının dönmesini bekler. Kocası soyunup giyinirken yardımcı olur.

Anne çocuklarını isimleri ile, veya bazen de şefkat ve samimiyetine işaret olarak bir takma isimle çağırır. Çocuklar anneleri ile birlikte otururlar ve yemek yerler. Büyüyünceye kadar anne ile aynı yatakta yatarlar. Öte yandan anne çocukların lakayıt ve laubali hareket etmelerine izin vermez. Bu nedenle erkek veya kız, çocuklar annelerinin yanında her konuda konuşamazlar. Anne çocuklarını iyi eğitmeye, temiz ve güzel giydirmeye çok dikkat eder. Anneye su vermek, içinceye kadar ayakta durmak gibi konulara çocuklar çok dikkat ederler.

Ev işlerinde tam yetkiye sahip kadının sorumlulukları çok geniştir. Kocasının bulunmadığı bir zamanda gelen misafirleri kabul etmek ve ağırlamak, misafirin sınıf ve mevkiine göre hürmeten kuzu, koç, öküz kesmek, kocasının misafire adet olduğu şekilde vermesi gereken hediyeleri vermek kadının yetkisi dahilindedir. Kocası gibi adamlarına ve hizmetçilerine emir yetkisi vardır.

Çerkesler görevler konusunda çok dikkatli ve tenkit edici olduklarından her kadın dile düşmekten kurtulmak için görevlerini bütün gayret ve dikkati ile yerine getirmeye mecburdur. Bu nedenle çocuklarını iyi eğitmek, temiz giydirmek, yataklarını ve eşyalarını temiz bulundurmak, misafirleri ağırlamak, ağırlamaya her zaman hazır bulunmak, yemeklerini pişirmek gibi bütün görevlerini eksiksiz yapmaya çalışır. Maddi açıdan durumları iyi olan ailelerde anne tarımla veya ev dışındaki işlerle uğraşmazlar. Durumu bunu gerektiren ailelerde anne bu işlerle de uğraşır.

Adige Kültüründe Misafir Ağırlama

Adige Kültüründe Misafir Ağırlama

Misafir otururken ev sahiplerinin kendi iç meselelerinden bahsetmeleri ayıptır.

Bir şekilde misafir ile nizahlaşmak,onunla didişme derecesinde iddialaşmak ayıptır.

Misafirin giysilerinin kontrolü,yırtığı veya kirlisi varsa farkedilmesi yıkanıp dikilmesi ütülenmesi evin hanımının görevidir. Bu o kadını küçültmez,aksine güzelleştirir saygınlığını ve değerini artırır.

Yatak yorgan yastık gibi şeylerden ailede olan en iyisi misafire verilir.

Misafirin gidişine sevindiğinizi bir şekilde belli etmek çok büyük ayıptır.

Giyinirken misafire yardım etmek giysilerini tutup ayakkabılarını hazırlamak adettendir.

Misafirin gelişinden mutlu olduğunuzu belirten giderken selametle gitmesini ve bundan sonra da gelmesinden mutlu olacağınız belirten bir kısa konuşma yapmak adettendir.

Misafir giderken bir küçük hediye vermek adettendir.

Evden ayrılan misafir aynı köyde oturuyorsa yol başına kadar eşlik edilir, bir araca binip gidecekse aracına bininceye kadar aileden birisi ona eşlik eder.(ç.n :Seni kapısına kadar uğurlamayanın evine gitme diyen Adige atasözü vardır)

Misafirin de dikkat etmesi gereken kurallar az değildir :

Gittiğiniz evde geçerli kurallara ve onların durumlarının getirdiği şartlara uymak gerekir.

Ev sahibine saygılı davranmak,söyleneni kabul ederek beğenmediklerinizi de fazla belli etmemek gerekir. (misafirlikte size önerilen wunafe(karar)dir ) anlamında Adige atasözümüz olduğunu hatırlamak gerek.

Misafiri olduğunuz ailenin işlerine karışmak ayıptır.

Nezaketen size fikrinizi sorarlarsa o zaman da onları incitmeyecek şekilde düşüncenizi açıklamaktır münasip olan.

Misafirlikte çok fazla yemek,içmek ve yemek seçmek çok büyük ayıptır.

Sağlığınız nedeni ile olsa bile bölye bir şey yakışıksız kaçar.

Sofraya konuşlan yemeği methetmek bir nezakettir.

Hiç bir zaman unutmamanız gereken bir şey ise; sofrada hiç bir şey

bırakmamacasına her şeyi silip süpürmenin Adigelerde ayıp sayıldığıdır.

Çok sık dışarı çıkıp içeri girmek de pek yakışık alan bir şey değildir Adigelerde. Dierğ odaları gezip bakınmak,eşyaları inceleyerek sağına soluna bakıp methetmek imrendiğinizi beğendiğinizi gösteren davranışlar içerisine girmek ayıp sayılır.

Ev sahibi kendisi sizi çağırarak gösterirse bile hiç bir şeyi fazlaca methetmeyin “ güle güle kullanın, iyi günlerde kullanın,daha iyisi ile değişmeyi nasip etsin,uğurlu olsun,mutlulukla kullanmayı nasip etsin” gibi iyi dileklerden birisini söylemeniz yeterlidir.

Misafir ne zaman kalkmak gerektiğini ne zaman gitmek gerektiğini kendisi kavrayabilmelidir, misafirin gitmeyi bilmeyeni de makbul değildir.

Acele ile sofraya gelen yemeği bile bırakıp kaçarcasına gitmek de yakışıksız görülür.

Misafir olduğunuz yerde hoşlanmadığınız bir grubun içine düşseniz de oturup kalkmalarını sohbetlerini beğenmeseniz de ev sahibinin hatırına katlanmak zorundasınız.

Bu tür ortamlar Adige sabrının ve nezaketinin ölçüldüğü en önemli yerlerden birisidir

Sosrikua

Sosrikua

Kuzey Kafkasya Halk Destanlarının ünü en yaygın olan kahramanıdır Sosrıkua. Her çağda, her dönemde Nart Destanlarının bilinen kahramanıdır. Diğer kahramanlarından hiç biri Sosrıkua kadar ünlü değildir
Sosrıkua'nın doğuşu ile ilgili öykü çok ilginçtir. Ünlü Nart kadın kahramanı Seteney Guaşe Bakhsan Irmağı kıyısında çamaşır yıkarken Nartların sığırtmacı onu görür ve güzelliğine vurulur. Fırlayıveren aşk oku, karşı kıyıda üzerinde çamaşır yıkanan taşa çarpar. Taş hemen ısınmaya ve büyümeye başlar. Seteney sıcak taşı eteğine sararak Nart Tlepş'in dökümhanesine götürür. Tlepş büyük çekici ile taşı kırar, içinden ateş saçan, kor halindeki Sosrıkua çıkar. bu nedenle Nart Tlepş ile Seteney Guaşe'nin oğlu sayılır Nart sosrıkua...
Sosrıkua'nın bir kaya parçasından doğuşu Grek mitolojisindeki "Cyclop", ve Türk Destanlarındaki "Tepegöz"ün doğuşu motifi ile benzerlik taşır. Bu üç destan kahramanının doğuşu taş orijinli bir motifte birleşmiştir.
Sosrıkua isminin etmolojik araştırması da doğuşunu anlatan öyküyü tamamlamaktadır. Kabardey - Besleney - Abazin şiveleri ile "SOSRIKUA", Abzekh, Şapsığı, Bjeduğ, Kemırguey, Hatıkuey vb. batı adiğe gruplarının şivesi ile "SaWsıruk" olan ismin hece hece bölünerek incelenmesi yukarıdaki savımızıdoğrulamaktadır. Şöyle ki;
"So-sı-rı-kua" veya "Saw-sı-rı-ko" sözcüğünde;
"Se", bıçak veya kılınç anlamındadır. "Sır" veya "stır", sıcak anlamındadır. "V(vo)" vvurmak veya ateş etmek anlamındadır.
"Kue" yada "ko" oğul anlamındadır. Kişi veya aile isminin sonunda kullanılan bir takıdır.
Adiğe dilindeki "Sosrıkua" isminin anlamını bölmeye göre ele alırsak, "Saw-sır", "Şa-we-stır", sıcak çocuk, ateş saçan, yakan erkek çocuk anlamına gelir.
Nart kahramanlarının en ünlüsüdür demiştik Sosrıkua için. Onsuz Nart öyküleri çok yavandır. Bu destan kahramanımız öykülere o denli damgasını vurmuşturki, başta uluslarda Prometheus veya Akhilleus olmuştur, biraz da Adonis'tir Sosrıkua'mın Çerkes mitolojisinde...
İnsanoğluna sunduğu yararlı buluşları nedeni ile çağ çağ, kuşakların gönlünde yüzyıllardır taht kurmuştur. Ateşi, darı tohumunu halkına getirmiş, şarap mayalamasını onlara öğretmiştir. Sosrıkua ile ilgili dizelerde Kuzey Kafkasya boyları söze "Sosrıkua Di Nekhu, Sosrıkua Di Khan", " Sosrıkua ışığımız, Sosrıkua oğlumuz, yiğidimiz" nitelemeleri ile başlar.
Tanrılardan ateş çalarak insanlığın uygarlık aşamalarında yerine getirdiği görevi Greklerin Prometheus'una benzer. ancak, ateşi insanlar için çalan bir kahramanın ismi daha geçer Nart Destanlarında, Nesren Jak'e ile Sosrıkua çoğu destanlarda aynı motiflerde birleşirler. Çelikten vucudu, et ve kemikten diz kapakları ile bir yerde Akhilleus'un ta kendisidir. Tlepş'in demirci çekici ile ateş saçarak doğan kahramanımız, dizinden maşa ile tutularak suya daldırılmış ve vucuduna su verilerek çelikleştirilmiştir. Düşmanları onu insan özelliği gösteren dizlerinden vurmak isterler. Maşanın altında kaldığı için su verilemeyen ve et kemik olarak kalmış dizlerinden...
Aynı şekilde Akhilleus'un annesi Tanrıça Thetis oğlunu doğurunca yıkamak için Stys ırmağına batırmış, böylece onu silah işlemez hale getirmiştir. Ancak annesinin eli altında kalan topukları su ile temas etmedikleri için et ve kemik olarak kalmıştır. Troya kuşatmasında Hector'un attığı okun topuğuna saplanması üzerine ölmüştür.
Çoğu destan textlerinde Sosrıkua, atılgan, gençliğinin verdiği coşku ile pervasızdır. Ancak onun Sınırlayan temkinli Nart yaşlıları vardır. Wezırmes, Tlepş gibi... annesi Seteney Guaşe genç sosrıkua'yı bu yaşlı nartlara teslim etmiştir. ateşin Tanrılardan ya da devlerden kaçırılması, darı tohumunun halka verilmesi, şarap mayalamasının halka öğretilmesinden tutun da Nart Tlepş'in orağı bulmasına dek Nart halkının uygarlık aşamalarında Nart Sosrıkua'nın büyük katkıları vardır. atı Tığujey, denizatı Tanrıçası Psıtha Guaşe tarafından Nart kahramanı Pice'ye armağan edilen kanatlı atın yavrusudur. Grek Mitolojisinde Pegasus motifinde de bu kanatlı atı görmekteyiz. Onunla bir sıçrayışta Kafkasların en yüksek doruklarına, Oşhamahue (Elbruz) tepesine ulaşır. Savaşlarda Nartların önünde uçarak düşmana saldırır.
Sosrıkua motifi şu veya bu isim altında, hangi adla olursa olsun, ilk çağ ozanlarından Homeros, Aişkilos'tan Tevfik fikret'e kadar ozanların şiirlerinde değişmeyen, eskimeyen bir kaynak olmuştur. Başka bir deyişle uygarlığın ve yeniliklerin simgesi olmuştur. Dünya mitolojisi ve Literatüründe günümüze dek yaşaya gelmiştir.

Nesren Jak`e

Nesren Jak`e

Yardımseverliği yüzünden kayalara çivilenen Nart Kahramanıdır. Geleceği bilebilen güçlü bir Nart Ulu'sudur. Bir Thamade'dir. Nart kurultaylarının değişmez başkanıdır.
Bu Nart isminin etimolojik gelişimi çok ilginçtir. Eski çağlarda Kafkasyalıların antik yunanistan'la kültür alışverişi yaptıkları dönemden günümüze ulaşan yazılı Grek belgeleri ve o çağın grek düşüncesi bizi bazı arayış ve düşüncelere itmektedir. Dağlara zincirlenmiş Nesren, Kuzey Kafkasya ve Grek mitolojilerinin karşılaştırılmasından anlaşıldığı üzere Prometheus ile sanki akrabadır. Hatta daha ileri gidilerek belki aynı destan kahramanıdır denilebilir.
Kuzey Kafkasya'da geleneklere karşı geleni topluma kötülükte bulunan kişilerin belirgin bir yere zincirlenerek cezalandırıldıklarını anlatan öykülere pek çok rastlanır. Örneğin Yesımıkue Yeskot öyküsünde, bu yaşlı babanın kızlarını kaçıran Alreg Algoej'i yaptığı bu kötülüklerden dolayı yedi kat zincirle yere çakarlar. Aynı şekilde güzel Yispı (Peterez'in annesi) ne kötülük yapan dev Şhobğo'nun oğlu, kötülük yapmaya, canlara kıymaya başlayınca, Nartlar onuda dağlara çivilerler. Aynı motif Grek mitolojisinde de bulunmaktadır. Zeus'un oğlu olan Tantalos Frigya Kralı Pelops'un babasıdır. (Friglerin de Kuzey Kafkasya'dan Anadoluya gittikleri gerçeği karşısında motifin Grek Mitolojisine Kafkasya'dan gelip girdiği savı doğrulanmaktadır.) Çok varlıklı ve bütün tanrılarla dost olan bu destan kahramanı, tanrılara verdiği bir şölende, onların tanrılık kudretlerini anlamak için oğlu Pelops'u kesmiş, diğer etlere karıştırarak kızartmış ve diğer tanrılara sunmuştur. Kızı Persofone'yi yeni kaybettiği için dalgın ve üzgün olan Demeter farketmeden Pelops'un bir omzunu yemiş ve bitirmiş olduğu sırada, en büyük tanrı zeus işin farkına varmış ve tanrılarda bunun üzerine Hermes'i çağırmışlar, ona çocuğun geri kalan kısımlarını sihirli kazana koymasını emretmişler, sihirli kazana konulan çocuk kader tanrıçası Klothos'un yardımıyla canlanarak kazandan çıkmıştır. amcak bir omzu eksik kalmıştır. Yenen bu omuz yerine Zeus fildişi bir omuz takmıştır. Bu olaya sinirlenen tanrılar Tantalos'a şu cezayı vermişler; Tantalos susadığı zaman çenesine kadar suya batırılır, dudaklarını yaklaştırdığı zaman su dalgalanır içemez ve hemen su çekiliverir. Yer kupkuru kalır.
Kuzey Kafkasyalıların da Semghur-Kartall ilgil, benzeri öyküleri vardır. Araştırmacı F.İ. Koçetev 1902 yılında yayınladığı "Jivoprisnaya Rusiya" dergisindeki bir makalesinde kartallarla ilgili öyküleri örnek vermektedir. "Bundan binlerce yıl önce Kafkaslarda yeşil tüylü bir kuş yaşardı. Adı Semghur idi. Bir gözü ile yerde olup biteni, diğer gözü ile gelecekte olabilecekleri görebilirdi"
Kötülük yapanların veya cezalandırılanların çivilenmesi çok eski bir motif olup Kuzey Kafkasya Destanlarından, Nesren Jak'eyi işleyen destan texti, ağıt, şarkı ve öykülerin hepsinde bu motif bulunmaktadır. Nesren ile ilgili destan parçaları ve öyküleri bağımsız bir kitap biçiminde Kabardey Bilim Araştırma Enstitüsü tarafından derlenip yayınlanmıştır.
Kuzey Kafkasya Destanlarında çok sık rastlanan;
"Nart kurultaylarının başkaı,
Nesren Jak'e...
Ore-da, Ore-da...
Güçlü idi, cesurdu,
Nesren Jak'e,
Ore-da, Ore-da..."
şeklindeki şarkılardan da anlaşılacağı üzere bu destan kahramanımız, Nart kurultaylarına başkanlık eden ulu bir Thamade, bir liderdi..
Bu düzen içinde, Nesren'in başkanlığında mutlu bir yaşam sürerken, kötü Pakue topluma bela getirir. Onların ateşini çalıp dağlara, devlerin yurduna kaçırır. Toplum ateşsiz kalınca lider Nesren Jak'e yollara düşer. Pakue'yi bulup onunla konuşur:

"Dur biraz, beni dinle...
İnsanlarda kalmadı erdem...
O-re-da...
Unutmayın payımı...
O-re-da...
Kaçırdığın ateşte de
O-re-da..."
İnsanlara ateşi yeniden getirmek için uğraşır. (Bu aşamada Nesren Jak'e, Sosrıkua ve Prometheus motiflerinin işlevleri karışmaktadır.) Nesren Jak'e tanrılara karşı gelmiştir. Ateşi onların elinden almak istemiştir. Tanrıların gazabından korkan insancıklar, tanrılara yaranmak için Oşhamhue (Elbruz) dağına çivilerler. Bir kartalı da üzerine salarlar. Sabahtan akşama kadar, Nesren'in ciğerlerini gagalar bu kartal, güneş batınca yaraları kapanır. Ertesi gün yine aynı işkence sürer, gider. Bu her gün böyle sürecektir. Ancak diğer Nart kahramanlarında Hımış oğlu Nart Peterez, O'nun yardımına koşar, kartalı öldürür. Ellerinde ateş ile dönerler.
Bu destan tekxtinin ortaya çıkışı İsa'dan önce 4-5. binlere rastlamaktadır. Belki de insanların ateşi henüz yeni tanıdıkları çağlara uzanmaktadır. Kuzey Kafkasya'da Adiğe dilinde "Mef'ehu Apşi" (ateşin yansın...), en değerli selam anlamında hala yaşamaktadır. Abazincede de benzeri "Wulağua Yımçaraağat" dumanın sönmesin deyimi vardır. Eve yeni ayak basan gelin için yapılan huahualarda, iyi dileklerde "Wunaş'aşha Mıtajı jeu Wuıtkhajeu Wupsoır" (Ocağın sönmeden huzur içinde yaşa...) denirdi. Ateşin sönmeden yanması en büyük dilekti. Bu nedenledir ki (Leğuıne) gelin odasına kimi zaman (Maf'e Wuıne - ateş odası) denmiştir. halde Greklerin Karadeniz kıyılarında görüldüğü çağlardan önce de Kuzey Kafkasyalılarda ateş, ateşi çalma, zincire vurma motifleri vardı. M.Ö. V. ve VI. yüzyıllarda Kafkasya kıyılarında Grek kolonileri kurulduktan sonra, bu motifleri alıp kendi dil ve kültürlerine adapte etmişler, yazıya geçirmişlerdir.
Bu destan textlerinin ve motiflerinin dağlıların öz malı olduğunu, Greklerin sonradan bu kültürü benimsediklerinin savunan V.F. Miller, Şoratn Askerbiy gibi bilim adamları bulunmaktadır. Ünlü Gürcü yazarı Akakiy Çereteli, Antik Yunan mitolojisinde işlenen Prometheus ve Medea motifleri için "bunlar bizim tarafların, Kafkasların öz malıdır, öz Kafkas evlatlarıdır." demektedir.
Prometheus da insanlar için tanrılardan ateş çalıp getirir. Bunun için öfkelenen tanrı Zeus onu Kafkas dağlarına zincirler. Ciğerlerini gagalayan kartal her gün gelmektedir. Hımış oğlu Nart Peterez'in yaptığı gibi, Herkülüs de Prometheus'u özgürlüğüne kavuşturmaktadır. Öte yandan, Aiskilus'un Trilojiya'sında Prometheus'un çakıldığı yer tarif edilmektedir:
"Medya suyu kıyısında oturu...
Areyan'ın sevgilisi olan,
Kafkasya'nın yüksek dağlarında...
Ve Geçit kentlerinde oturan Sarmatlar
Sivri uçlu mızrakları ile korkusuzca
Savaşıyorlar..."
Kuzey Kafkasya destanlarındaki motiflerle Antik Grek destanlarındaki motifler aynıdır. Grek dilinde Prometheus'un anlamı "İlkgören, İlk yapan, İlk kalde ulaşan, Işığı gören" demektir. Yunanlı Prometheus'la Kafkasyalı Nesren'in, bırakınız işlev benzerliklerini, isimlerin sözcük olarak ifade ettikleri anlamlar bie birbirine yakındır. Hatta daha ileriye giderek, Adiğece "Prımıtha" (İlk Tanrı) veya "Perematha" (öncekilerin tanrısı) sözcüğü ile Prometheus sözünün aynı sözcük olduğu bile bir yerde iddia edilmektedir.
Prometheus sözcüğünün Kafkas dillerine akrabalığı bununla da bitmemektedir. Abazince ve Abhazca'da "Prı-Mı-tsa" (uçan ateş) sözcüğü düşünülürse, tanrılarda çaldığı ateşi uçarak insanlara ulaştıran mitoloji kahramanına bundan uygun bir isim herhalde düşünülemezdi.
Yukarıda önceki çağlarda, Grekler Adiğe-abhaz grubu Kafkasyalılar ve Gürcülerle ilişki kurmuşlardır. Karadeniz kıyılarında Grek ticari kolonileri oluşmuştur. Bu ticari ve kültürel alışveriş içerisinde Proto-Çerkes döneminin "Meot" düzen ve geleneğini de Akdeniz havzasına, özelliklede Antik Yunanistan'a taşımışlardır. Destan ve öykülerimiz, o tüm dünyanın tanıdığı Grek ve Latin mitolojisine kaynak olmuştur. Bu kültür taşıma olayı dışında antik Kafkas halklarından "Akhaélar, veya "Akai"ler de Kuzey Kafkasya'dan Yunanistan yarınadasına yayılmışlardır.Akha!lar bu günkü Çerkes kolarında Ubıkh'lerin atalarıdır. Bu husus bilimsel olarak saptanmış bulunmaktadır.
Uygarlık, ateş ile başlamıştır. Uygarlığı, ateşi insanoğluna taşıyan ister Sosrıkua, Nesren veya Prometheus olsun, ister abritskil veya Amiran olsun, bu destan kahramanlarının hepsi Kafkasya'nın, tüm dünyanın "Kaf-Dağı" olarak bildikleri o cennet ve masal ülkesinin çocuklarıdır. bu ülkede yaşayan ve tarihin bilinen çağlarından bu yana bu ülkenin gerçek sahibi olan Çerkeslerin ürettiği kültürdür.

Setenay Çiçeği

Setenay Çiçeği


Birgün Nart kadını Setenay Guaşe Psıj'in kıyısına gitti. Orada yeşil dalları ırmağın üzerine eğilmiş uzun söğüt ağacının yanında olağanüstü güzellikte bir çiçek gördü. Işıl ışıl öyla parlıyorduki Stenay Guaaşe gözlerini alamıyordu. Sanki beyaz yaprakları sabah güneşinin parlak ışıklarında yıkanıyordu.

Setenay Guaşe çiçeği alıp götürdü ve evinin önüne dikti.

Ertesi sabah hemen çiçeğin yanıuna giden Setenay Guaşe onu tanıyamadı; dermansız düşmüş yaprakları buruşmuştu.

Çok üzüldü Setnay Guaşe.



Tekrar Psıj'in kıyısına gitti ve yine aynı çiçeği buldu, getirip evinin önüne dikti.

Fakat o da soldu!

nart kadını bu harika çiçekler onun yüzünden öldüğü için üzülüyordu.

Setenay Guaşe üçüncü kez ırmağa gitti. Bütün gün aynı çiçeği aradı. Sonunda akşama doğru onu buldu, yine evinin önüne dikti ve yatmaya gitti.

O akşam rüzgar gökyüzünde bulutları hareketlendirdi. Şimşek çaktı, gök gürledi ve ılık bir yağmur yağmaya başladı. Setenay Guaşe'nin kalbi sıkıştı: "zavallı çiçek, yağmur seni öldürecek!"

Sabaha doğru hava sakinleşti. İnsanın tenini okşayan bir güneş çıktı. Setenay Guaşe gözlerine inanamadı: Çiçek ışıldıyordu!

-Su çiçeğin canını kurtardı, diye bağırdı. -Su can gibidir.

Derlerki, insan ilk kez o zaman anladı suyun yaşam gücünü. Bu çiçek şimdi de Nart toprağında yetişiyor ve güzelliğiyle göz alıyor. Ona "Setenay çiçeği" diyorlar...

TLEPŞ İLE JIG (ÇIGH) GUAŞE

TLEPŞ İLE JIG (ÇIGH) GUAŞE


Nartların tüm siparişlerini bitiren, yapacak bir işi de kalmayan Tlepş,çok sıkılmış, bunalıma düşmüştü;sonunda, Seteney guaşe’ye gidip danışmaya karar verdi.

-Seteney guaşe,-dedi.-Sıkılıyorum,yapacak bir işim de kalmadı.Anlayacağın bir boşluk içindeyim.Bütün işlerimi bitirdim,bir iş olsun sipariş getiren de yok.Bilgelerin bilgesi ,ne yapmalıyım, bul bana bir çare!..

-Nasıl bir çare bulayım ki sana,-diye telaşlandı Seteney guaşe.-Nartlara silah,Nartlara orak yaptın.Her kim ne istediyse yaptın verdin.Durum dediğin gibiyse,düş yola,dolaş dünyayı ,gör başka yerlerde neler olup olmadığını, getir Nartlara bulduğun her şeyi. Tha’nın** ilenci üstünde değilse,bulabilirsin bir şeyler .

-Dünyayı dolaşayım,ama neden?

-Bir nedeni olmayabilir .Ama sen yine bir çift ayakkabı yap, düş yola.Çift sürenin ,hayvan güdenin dostusun,aç bırakmazlar seni hiçbir yerde.

Tlepş çelikten bir çift ayakkabı yaptı ve yola koyuldu.Aylık yolu günde,yıllık yolu da ayda alırdı,o denli hızlı yürürdü;karşısına bir dağ çıksa sıçrar aşar,ırmak çıksa atlar geçerdi.Gide gide,yedi ırmağı aşıp sonunda, bir koca denize ulaştı.Yüzlerce ağacı söküp budadı ve birbirine bağladı,bunu köprü yapıp üzerinden yürüyerek denizi geçti.Karşı kıyıda,aralarında eğlenip duran,her biri birbirinden güzel bir grup kız gördü.Tlepş şaşırıp kalmıştı bu görünüm karşısında, ama hiçbirine bir türlü dokunamıyordu,tutmak istedikçe elinden kayıp sıyrılıyorlardı, o denli kaygandılar.Kovalamakla olacak gibi değildi.Sonunda:

-Ne olur,kim olduğunuzu söyleyin bana.Bu yaşıma kadar sizin gibisini görmedim. Şimdiye değin kimse kırmadı beni,ne olur,söyleyin bana kim olduğunuzu,-dedi kızlara.

-Bizler Jığ Guaşe’nin*** perileriyiz,-dediler kızlar.-Tanrıçamıza konuk olursan, sevindirirsin onu,ağırlar seni.

-Peki,gidelim öyleyse,-dedi Tlepş ve kızların peşine düştü.Sonunda ağaç mı desem,insan mı desem, ne olduğu belli olmayan bir ağaçla karşılaştı.Tırnağı yerin derinliklerinde ,saçları göğün bulutları arasında, elleri insan elini andıran,yüzü altın ve gümüş gibi parıldayan güzeller güzeli Jıg Guaşe ile karşılaştı.Jıg Guaşe,Tlepş’i güleryüzle karşıladı,yedirdi içirdi ve yatmasını sağladı.Gece yarısı Tlepş yatağından kalktı ,doğruca Jıg Guaşe’nin yanına gidip “beraber olalım” dedi .

-Nasıl olur ?-diyerek karşı çıktı Jıg Guaşe,-Ben bir tanrıçayım,şimdiye değin erkek eli değmedi bana .

-Olsun,ben de “Tha” (tanrı) soyundan gelmeyim,-diye yürüdü üstüne Tepş ve sonunda karı koca oldular.

Guaşe bu birliktelikten memnun kalmış olmalı ki,”Kal burada” diye yalvardı Tlepş’e .

-Hayır,kalamam.Dünyanın en son ucuna değin gidip yeryüzündeki bilgileri Nartlara götürmeliyim,-diye geri çevirdi Tlepş, Jıg Guaşe’nin ricasını.

-Yapma Tlepş,bilim ve bilgi istiyorsan bende, veririm sana ,ayaklarım yerin derinliklerinde,yerin altında olan her şeyi bilirim,başım gökte,gökyüzündeki her şeyi de bilirim.Dünyanın ucu diye bir yer yok,-dediyse de Jıg Guaşe,Tlepş’i döndüremedi yolundan.

-Yeryüzünün ucunda hiç bir şey yok,gitme Tlepş.Ben sana gökyüzündeki yıldızları getirir,yer altındaki her şeyi de avuçlarının içine koyarım,-dedi Jıg Guaşe yeniden Tlepş’e.

Ama Tlepş,Jıg Guaşe’yi dinlemedi,yoluna devam etti.Çelikten ayakkabıları parmak uçlarına,bastonu avuç içine,şapkası aşınıp kulaklarına inene değin dolaşıp durdu yeryüzünde.Ama dünyanın ucuna ulaşamadı bir türlü.Sonunda çaresiz Jıg Guaşe’nin yanına döndü ..

-Ulaşabildin mi dünyanın en son ucuna?-diye sordu Jıg Guaşe.

-Hayır,ulaşamadım.

-Peki ne buldun?

-Hiçbir şey.

-Peki ne öğrendin?

-Dünyanın ucu diye bir yer bulunmadığını öğrendim.

-Daha başka?

-İnsan vücudunun çelikten daha pek,daha dayanıklı olduğunu öğrendim.

-Daha başka?

-Bir başına yolculuktan daha kötüsünün olamayacağını da öğrendim.

-Hepsi de doğru bu söylediklerinin,-dedi Jıg Guaşe.-Peki Nartlar için ne getirdin?

-Hiçbir şey.

-Bu kadarı için bütün bir dünyayı dolaşman gerekmezdi.Dinleseydin beni, yaşam boyu Nartlara yetecek kadar bilgi ve beceri sunardım sana. İnatçısınız, kibirlisiniz siz Nartlar.İşte, bu inadınızın kurbanı olacaksınız sonunda.Al, çok bile bu sana ,-diyerek güneş gibi parıldayan ışıktan bir bebeği uzattı Tlepş’in eline.-Bu senin oğlun,götür yanında bunu da.Bendeki bilgi ve yetenekler onda da var.Büyüdüğünde görürsün onların ne olduğunu .

Tlepş bebeği alıp evine döndü.Bebek ilk konuşmasında :

-Gökyüzündeki şu Samanyolu’nu görüyor musunuz?-diye sordu Nartlara.

-Görüyoruz.

-Öyleyse,onu iyi belleyiniz,sefere çıktığınızda ya da dönüşünüzde yolunuzu ışıldatan o olursa,yolunuzu şaşırmazsınız,-dedi .

Olağanüstü bir çocuk bu,ileride bize önder olabilecek birine benziyor,çok özenerek büyütmeliyiz onu,-diyerek Nartlar , yedi kadını çocuğun bakımı için görevlendirdiler.

Ama bir gün, çocuk oynayıp dururken sessizce bakıcılarının gözünün önünden uzaklaşıp kayboldu.Kadınlar telaşla her yerde aradılar onu ,ama bir türlü bulamadılar.

Nartlar da at binip aradılar çocuğu dört bir yanda.Ama ne gören,ne de duyan birine ulaşamadılar .

-Annesinin yanına gitmiştir,-diyerek Tlepş’i Jıg Guaşe’nin yanına gönderdiler. Ama oraya da gitmemişti.

-Ne yapmalıyım,nedir çaresi bunun?-diye sordu Tlepş,Jıg Guaşe’ye.

-Çaresi yok bunun,Tlepş.Zamanı gelince kendi döner.Ne zaman döneceğini de tanrı bilir.Umarım siz sağken döner,yoksa felaket,sonunuz geldi demektir,-dedi Jıg Guaşe.

Tlepş çaresiz,boynu bükük geri döndü.

*(Bu Kabartay tekstini T’alib Kodzoko’dan yazıya aktaran Zavır Nalo,Nalçik’te yayınlanan ”Adıghe orıvuatexer”,s.72-73,adlı yapıttan aktaran da Asker Hadeğal).Çev.C.Yıldız

**Tha-Adıge mitolojisinden en büyük tanrı-ç.n.

**Jıg (Jıgh) Guaşe-Adıge mitolojisinde yer alan Ağaç Tanrıçası-ç.n)

Nart Destanı

Nart Destanı


Kahramanlik Cagi

Cerkeslerin kendi atalari olarak kabul ettikleri mitolojik kahramanlar...

Kökü tarihin derinliklerine uzanan bir destan...

Nart Destani, Cerkeslerin ve diger bircok Kafkas halkinin kökü tarihin derinliklerine kadar uzanan ortak destani. Destan, Sosruko, Badinoko, Asemez, Bataraz, Sujey ve diger Nartlarin kahramanlik öykülerinden olusur. Nartlar, Cerkeslerin kendi atalari olarak kabul ettikleri mitolojik kahramanlardir. Güclü, savasci yigitlerdir ama günlük islerle, ciftcilikle de ugrasirlar. Destanin bas kahramani Sosruko mucizevi sekilde tastan dogar ve demirci tleps tarafindan celiklenir. Nartlar var oldugu kahramanlik cagi mitolojik bir zamandir. Yerin ve gögün yaratildigi cagda Sosruko yetiskin bir erkek, daglarin ve irmaklarin olustugu cagda yasli bir adamdir, fakat bütün gücü hala yerindedir. Nartlar destanda kültürel kahramanlar olarak da görünürler. Sosruko Tanrilardan atesi calar, yeralti yaratiklari tarafindan ele gecirilen dari tohumlarini geri getirir, Nartlara Tanrilarin ickisi saneyi hediye eder. Nartlar Blago (ejderha) ve Yinijlarla (devler) mücadele ederler. Sadece fiziki güce degil büyüye de basvururlar. Bilge Seteney´in destegiyle günes durur. Sosruko Yinij´i yenmek icin soguk, Totres´i yenmek icin sis yaratir. Asamez kavalini calarak yeryüzündeki bütün canlari diriltebilirdigi gibi, onlarin ölümünü de saglayabilir. Bidoh nefesiyle sifa dagtir. Bircok Nart bicim degistirme yetenegine sahiptir. Nartlar kuslarin, diger hayvanlarin dilini anlarlar. Kahramanlarin yardimcilari sihirli atlardir. Bazi Nartlar yeralti dünyasina inerlerve tekrar oradan dönerler.

Nartlar yasamlarina dogrudan va aktif olaral katilan Tanrilarla yogun iliski icindedir. Tanrilar Tlpes, Thagalec ve Amis Nartlarin meclisinde (hase) yer alirlar. Tanrilar her yil sölenlerine Nartlardan birini davet ederler. Thagalec´in ve Amis´in annesi Nartlara ögütleriyle yardimci olur. Demirci Tleps Nartlar silah, zirh ve is aletleri yapar, zarar gören kalca kemiklerini, kafataslarini onarir, kahramanlari dayanikli hale getirir. Bazi Nartlar Tanrilarla akrabalik iliskisi icindedir. Bilge Seteney destanda önemli rol oynar. Nartlar onun bilgece ögütlerinen yararlanirlar fqaakat o Nartlari yönetmez. Önemli meselelerde kararlar onun katilmadigi erkekler meclisinde alinir.

Tanrilarla mücadele eden kahramanlar da vardir. (Nesren Jake, Vuazirmes). Bazen bu mücadelede zafer kazanirlar; örnegin Kötülük Tanrisi Pako´yu öldürürler. Bataraz Tanrilar tarafindan Oshamaho´ya (Elbrus) zincirlenen Nesren Jake´yi kurtarir.

Bazi Nart tasvirleri günes mitleriyle baglantilidir. Adiyuh´un kollari, Nart güzeli Akuanda´nin gögüsü günesin isimasi gibi isik sacarlar.

Dogayi canlandiran Asamez ve yasamini yeraltinda sürsüren, her baharda yeryüzüne cikmaya calisan Sosruko hakkindaki söylencelerde doga mitlerinin izleri fark edilir. Destanda Nartlarin ölümü Tanrilarin iradesiyle olur. Sansiz bir yasam ile ölümden sonra ebedi san arasinda tercih yapmak zorunda kalan Nartlar secimlerini ebedi sandan yana yaparlar.